Son Dakika
REKTÖR KAÇAR: “ÖĞRENCİLERE SORUŞTURMA AÇMADIK, SÜRECE İDEOJOLİK OLARAK BAKMIYORUM”
DATÇA’DA ÖĞRETMENLERE SORUŞTURMA AÇILMASI
ULA BOĞA GÜREŞİ DERNEĞİNDEN EĞİTİME DESTEK
MSKÜ Turgut Reis İDA, Teknofest Yarışmasında Finale Kaldı
Robotik ve Kodlama Eğitimleri Başladı
MSKÜ Öğrencileri TEKNOFEST 2024’te Finale Kaldı
ÇAĞIN NASIRLAŞMIŞ RUHU
‘Ben insanın ruh, ruhun da tapınak olduğuna inanıyorum. Bir başka deyişle insan ruhunda bir tapınak, insan ruhunun bir tapınak olduğuna inanıyorum.’[1]
Sezai Karakoç ruhu böyle tanımlıyor. Verilen bu tanımı idrak edebilmemiz için tapınağın mahiyetini ve tanımını bilmemiz gerekir.
Tapınak: Tanrı’ya ibadet etmek için yapılmış yapı, mabet, ibadethane.[2] Buradan hareketle ruha tapınak kutsallığının atfedilmesini farklı cihetlerden yorumlayabiliriz. Mabetler yeryüzünün kutsaldır, dokunulamaz, tahrip edilemez, yakılamaz, yıkılmaz. Ruh ki o mabetlerde ibadet eder kendini bulmak için. Kendini bulur kendinden geçmek için. Kendinden geçer kendine gelmek için. İnsanoğluna mabet yaptıran da mabut ettiren de ruhtur. Çünkü bedenin tapınağa ihtiyacı yoktur.
Ruhsuz insan mabedini yitirmiş bir inanç gibidir. Mabedini yitirmiş bir inanç ise mabudunu (varlık sebebini) yitirmiştir. Ruhunu yani varlığın t/özünü kavrayamamış insanlar ise sadece kuru kalabalık bir güruh olmaktan öteye geçemez.
Aslında çağımızın hastalığı insanın ruhunu yitirmesi ve bunun sonucunda kendini ihmal/imha ederek kendini bitirmesi. Bilginin ulaşılabilirliği ölçütünde bilginin değersizleştiğini, bilmek ile olmanın ayrıştığını, çağımızda bilgi sahibi ama bilge olamamış yani ‘Hikmet’ vasfının yitirmiş bir ‘Çağ körleşmesi’[3]nin yaşanmasına sebep olmuştur.
Nietzsche: ‘Çöl büyüyor… Vay çöllere gebe kalanın haline!’ aslında bu söz içinde yaşadığımız çağı oldukça iyi yansıtıyor. Ruhsuzluktan tüm insanlık adeta buz çölünde yol alıyor. Kimse farkında değil ama dünya ruhunu yavaş yavaş yitirmekte. İnsan bu evrenin ruhudur dolayısıyla insan aslında kendini tüketmekte. Ray Bradbury bir bilim kurgu kitabı olan Fahrenheit 451 kitabında insanların evlerinin salonlarına kocaman televizyonları yerleştirdiklerini ve kitaplara karşı bir savaş açıldığını, sokaklara dev reklam panolarının yerleştirdiklerini insanların artık o denli hızla/hazla hareket ettiğini bundan dolayı kendine sağır, kendine yabancı, yalnızlaşan ve ruhsuzlaşan insanlardan bahsediyor. Şuan yaşadığımız dönem içerisinde bunları görüyoruz. İnsan artık yarı makine halini alan yapay zekâ ve dijitalleşen dünyada yalnızlaşıyor. Ve dolayısıyla ‘Çöl büyüyor…’
‘Çağı tanıyamazsanız tanımlanırsınız. İçinde yaşadığımız çağ medya uygarlığının hükümranlığını sürdürdüğü çağdır. Araçların uygarlığı yani nicelin hükümranlığını sürdürdüğü, niteliğin sırra kadem bastığı araçların hükümranlığında amaçların yok olması, Batılıların Hâkimiyetini medya üzerinden devam ettirmesi…
Seküler akıl, kalpsiz ve ruhsuzdur. Sadece epistemolojik olana kilitlendiği için sadece bilme çabasına odaklanır. Manayı kavrayamayan insanlar; zamanı ve mekânı aşamazlar.’[4]
Biz yaklaşık 150-200 yıldır yönümüzü Batı dünyasına çevirdik. Kadim kültürümüzü, değerlerimizi göz ardı ettik. Aslında biz yabancılaşıyoruz neye mi? ‘Kendimize’. Bu yabancılaşma değerlerini, dinini, coğrafyasını inkâr etme şeklinde tezahür ediyor. Hakikat şu ki kendini inkâr eden toplumlar dünyaya evrensel cümleler kurmayı bir kenara bırakalım kendi varlıklarını dahi sürdüremezler. Kendimize yabancılaştıkça manayı yitirmeye başladık dolayısıyla koma halindeki bir hasta gibi uyandığında ilk olarak: Ben kimim? Ben buraya nasıl geldim? Bana ne oldu? Bu soruları sormakta ama hastalığa konan yanlış teşhisin tedavisi sonuç vermediği gibi hastalığı başka bir boyuta taşıyor.
Bizim bu sorulara cevap aradığımız yerler de bizim kim olduğumuzu kendi konumlarına ve değerlerine göre cevaplıyor. Misal Türkiye için Ortadoğu ülkesi ifadesini kullanıyor. Kime göre, Neye göre? Çin ve Japonya için Uzakdoğu ifadesi kullanılıyor kime göre tabi ki ‘Batı’ya göre. Kendimizi böylece tanımlanmış buluruz ama bu tanım bize ait değil dolayısıyla kendimizi okuyamadığımız için çağı da okuyamayız ve başkalarının kavramlarıyla kendimizi tanıtma gibi bir acizlik içerisinde oluruz. ‘Aşağılık Kompleksi’ kavramı tam da burada oluşur. Bu aslında kendine yabancılaşmanın içsel tezahürünün dışa vurması/yansımasıdır. Aşağılık Kompleksi aslında bir çeşit psikolojik eziklik olarak da tanımlanabilir. Malcolm X’ i okuduğunuzda ‘Beyaz Adam’ın aslında onları kendi kültürüne yabancılaştırdıklarını, saçlarının kesim şeklinin, giyinme tarzlarını ve hatta danslarını bile bu aşağılık kompleksi psikolojik dayatmasıyla onlara inkâr ettirdiklerini anlatıyor. Tüm kadim kavimlerin kültürüne savaş açmıştır Batı medeniyeti onları yok etmiştir. İnkaları Aztekleri yok ettiler. Çin’in ruhunu yok ettiler Çin artık kapitalizmin başkenti. Kapitalizme tek engel İslam dinidir onun için İslam’a ve Müslümanlara saldırıyorlar. Ve günümüzde insanlığa abı hayat sunabilecek, ruh verebilecek, insanların kültürüne, dinine, yaşamına müdahale etmeyecek yegâne medeniyet İslam Medeniyetidir ki tarih sayfaları bunları geçmişte kayıt altına almıştır.
Bilal Gürçay
[1] (Sezai Karakoç, Diriliş Neslinin Âmentüsü, I, s.8)
[2] (Kubbealtı Lügatı)
[3] (Yusuf Kaplan )
[4] (Futuhat-ı Medeniyye Yusuf Kaplan)
Etiketler: bilal gürçay » çağ » ruh » sezai karakoç » yusuf kaplanİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
23 Temmuz 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler
20 Temmuz 2024 Köşe Yazıları, Siyaset, Tüm Manşetler
16 Temmuz 2024 Genel, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler
14 Temmuz 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler